Yukarıdaki paragrafta kendinizi bulduysanız, size ne yapmanız gerektiğini söyleyen, onlara göre hatalı olduğunuz yerleri sürekli işaret eden, içinizde asla doymayan bir canavar misali varlığını sürdüren, yetersizlik hissinizi besleyen insanlarla sevgili/eş ilişkinizi sürdürüyor, böyle insanlar için/insanlarla çalışıyorsanız öz değer konusunda biraz daha derinleşmeye hoş geldiniz.
Dilimizde cennet vadeden bir kelime: Huzur. Onu istiyoruz, hem de çok istiyoruz. Sahibi olamadığımız diğer her şeyden daha fazla üzüyor yokluğu. Yaşam deneyimlerimizin çoğunun seçimlerimizin sonuçları olduğu bilgisinden yola çıkacak olursak eğer, bu denli huzur isterken neden bizi zorlayanları, üzenleri seçtiğimiz dikkate değer bir soru.
Sizce sevilmemekten mi, yalnızlıktan mı daha çok korkuyoruz?
Öz güvenin, yetişkinlerde öz güven veya ilişkilerde öz güven eksikliğinin tanımına dair hepimizin az çok bir fikri var. Peki ya öz değer desem? Öz değer daha çok kendimizi tanımakla ilgili. Yapısı dış dünya ile iletişimde olduğumuzda karşılaştığımız etki, tepkilere göre şekilleniyor. Öz değer, kişinin temelinde ihtiyacı olan sevgiyi alabilmiş, kendini kabul görmüş hissettiği, yaşamda kendi faydalarını gözetirken aynı anda dış dünya ile samimi ve gerçek ilişki kurabilmesi halini tanımlar.
Hayatımızda kolay akan, bizleri yormayan şeylere ayırdığımız dikkat sınırlı, gösterdiğimiz özen azsa sorun bize zorluk çıkaranlardan çok, bizde olabilir. Hızlı bir öz değer hesaplaması yapmak istersek diyebiliriz ki yaşam sevinci eksikliği öz değer yetmezliğinin sonuçlarından en belirgin olanıdır. Uzaktan kumanda ile yönetilen yaşamlarımız varsa ruh halimizi yönetim becerilerimizde de zayıflama görürüz. Sonucunda öngörülemez zamanlı, zamansız ruhsal iniş çıkışlar ortaya çıkar. Gözyaşları öncesinde tatminsizlik, huzursuzluk tabanlı öfke nöbetleri vuku bulur.
Kendinizi değerli hissedebilmek için aslında gerçekten orada olmayı hak etmeyen kaç kişiye kalenizin kapılarını açtınız?
Yaptığınız işleri, yapamadığınızı düşündüğünüz işleri, bedeninizi, ruh durumunuzu, maddi durumunuzu, sizce sizi tanımlayan parametrelerin kaç tanesini başkaları ile kıyaslıyorsunuz. Kıyaslamalarınızın sayısında ve üzerinizdeki negatif etkilerinde artış oldu mu? “Onun için onca şey yaptım. Şundan şundan vazgeçtim. Ne emekler verdim, yine de kıymetimi bilmedi…” Kıymetini bilmeyen karşı taraf mı gerçekten? Uzaktan kumandaya gönüllü olan kişilersek eğer, duygu ve düşüncelerimizin üzerinde tepinilmesi hakkını çoktan vermişiz demektir. Neticesi de o eski ve acı atasözündeki gibi maalesef: El elin eşeğini türkü çağıra çağıra ararmış.
Öz değer varsa denge vardır. Başkaları için bize ait olmayan görevleri üstlenmek, olmadığımız gibi davranmak, olması gerekenden çok daha fazla yük taşımak yoktur. Çok değerli bir antika burnunuzun dibinde olsa bile onu tanımıyor, bilmiyorsanız ona değer biçemez, hatta eskiliğinden dolayı hurda bile sanabilirsiniz. Değerimizin farkında olmak onu belirleyebilmekten, belirlemek ise kendimizi daha yakından tanımaktan geçer.
Kendinizi ne kadar tanıyorsunuz?
Ne kadar enteresan bir soru değil mi? Kişinin kendini tanımaması mümkün mü? Evet, mümkün. Yaşamımız boyunca önce ailemizden gelen bilgilerle, sonra yaşamda karşılaştığımız tüm otorite figürlerinin doğru ve yanlış olana dair yargı ve öğretileriyle karşılaşırız. Bu öğretileri alıp kendi gerçeğimiz yapana kadar, sadece bir fikir olarak kalmalarına izin vermek sağlıklı olandır.
Fikirleri filtreden geçirmek, kalıplarının üzerimize tam uyup uymadığını kontrol etmek, bize sunulan giysilerin içinde rahat hissedip hissetmediğimize bakmaktır kendini tanımak. Ancak bunlardan sonra bizim de gerçeğimiz olabilir veya olamazlar. Ancak bu şekilde kendi değerlerimizi ve değerimizi belirleyebiliriz. Ancak kalıcı olabilecek şeyler bizim için fayda sağlayacaktır. Kalıcı olabilecek olan ise sanılanın aksine, içinde rahat hissettiğimiz, kolay olan, kolay akan, hafif hissettirendir. Mevkilerin, malın, ilişkilerin geçiciliğini hatırlayacak olursak bunların değer belirleyici unsurlar olmadığını söylemek belki daha anlaşılabilir gözükecektir. Bedelli değil, gönüllü sevilmeyi kim istemez?
- Mevkiniz, malınız, ilişkiniz için hoşunuza gitmeyen şeylere uyum gösteriyor musunuz?
- Sabır sınırınızı çoktan aşmış olan şeylerin olmaya devam etmesine alan açıyor musunuz?
- Kendinizden çok başkaları için çevrimiçi misiniz?
- Size göre sebebi de içeriği de anlamsız, komik, basit, saçma olan tartışmaların içine çekilseniz de o alanı terk edemiyor musunuz?
- Yorgun, üzgün, kırgın hissettiğiniz halde neden o ortamda, o ilişkide olmaya devam ettiğinizi kendinize açıklayamıyor musunuz?
- Kendinize olan özeniniz, sevginiz, yaşam sevinciniz yukarıdaki koşulların olumlu ve sorunsuz ilerlemesine mi bağlı?
Dönemsel hedeflerimiz değişebilir ama yaşam amacı dendiğinde benim aklıma -şu an hangi noktada olursak olalım- kendimizin olabilecek en iyi halini ortaya çıkarmak geliyor. Bu hal göreceli kavramların çok ötesinde, beşer sınırlarla tanımlanamayacak derinlikte ve kıymette. Olumluya doğru ilerleyebilmenin tek yolu kendi doğamızla bağ kurmak, davranış, alışkanlık ve kalıplarımızı gözlemek ve sorgulamaktan geçiyor. Farkındalığın gerçek tanımı yılmadan, düşe kalka bu yolda yürümeye devam etmek.
Buraya birkaç soru bırakmak istiyorum. Lütfen kendinize bu soruları sorun ve cevaplarını almadan bırakmayın.
- Seçimlerim ve yaptıklarım gerçekten bana hizmet ediyor mu?
- Seçimlerim ve yaptıklarım gerçekten kendi doğrularımdan mı yola çıkıyor?
- Seçimlerimin ve yaptıklarımın içinden beni mutsuz edenleri eleyebilseydim geriye ne kalırdı?
- Geriye kalanlarla devam etmek fikri nasıl hissettiriyor? Bu alanlarda yardıma ihtiyacım var mı?
- Yapmak zorunda hissedip yaptığım, beni yıpratan şeyler olmasa kendimi nasıl hala değerli hissederim?