
İlk insandan günümüze kadar insanın varoluşu ile birlikte onun davranışlarını anlama ve anlamlandırma ihtiyacı da var olmuştur. Günümüzde psikolojinin konusu içerisinde yer alan birçok olay, olgu ve kavram antik Yunan, Hindistan, Çin ve Mısır benzeri medeniyetlerde de felsefi bilgi ile birlikte var olmuştur.
Ünlü bir filozof olan Platon (MÖ 427-347), kendinden öncekilerin ruh dedikleri varlığın insan uykudayken bedenden ayrılıp gezip dolaştığını ve geri döndüğünü söylemelerini kabul etmemiştir. Platon, insanın duyu organları ile algılayamadığımız öz ya da cevherden oluştuğunu ve bunun ancak akılla kavranabileceğini ileri sürmüştür.
Öz yani cevher insanın ölümünden sonra da varlığını sürdürendir; yani ruhtur. Platon’un öğrencisi olan Aristoteles (MÖ 384-322) “Peri Psykhe” (Ruh Üzerine) adlı eserinde bedenle ruh arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışmıştır. Aristo ruhun kendi başına bir varlığının olmadığını söyleyerek bedenden ayrılmasının da mümkün olamayacağını belirtmiştir.
Ona göre ruh yalnızca bedenin bir işlevidir. Ahmed bin Sehl el-Belhî (849-934) beden ve ruh hastalıklarını ayırıp incelemiş, depresyon olarak bilinen bozukluğu tanımlayıp iki tipi olduğunu söylemiştir. Bu yönüyle El Belhî günümüzde klinik psikolojinin ilgilendiği sorunlardan biri olan depresyonun tedavi yöntemleri üzerinde çalışan ilk bilim insanıdır.
Bu alanda çalışan önemli bir düşünür olan İbni Sina (980- 1037) da nöropsikiyatrik (halüsinasyon, insomnia, mani, kâbus, melankoli, demans, epilepsi, felç ve tremor gibi) durumlar üzerinde çalışmıştır. Bir başka İslam düşünürü olan Farabi (870-950) de insanın ruh ve bedenden meydana geldiğini söylemiştir.
Ona göre beden olgunluğunu ruhtan; ruh olgunluğunu ise akıldan alır. Yeniçağ’ın ünlü filozofu Descartes (1596-1650)ʼa göre hayvanların ruhları yoktur; bitki benzeri hayvan da bir makineden başka bir şey değildir. Yalnız insanın ruhu vardır ve bundan dolayı iradeli hareketler insana özgüdür.
19. yüzyılda psikolojinin bilim olarak kabul edilmesine kadar tüm filozoflar insan davranışlarını anlamlandırmada en yakın kavram olan psike (ruh) kavramını kullanmışlardır. Ancak deney ve gözlemin geçerli bir yöntem olarak kabul edilmesiyle ruhu temel alan yaklaşımlar değişmeye başlamıştır.